MASAL BU YA…
Önce, kadın gidecekmiş
evden. Dönüp dolaşıp akşama kadar her gün aynı ev işleriyle hemhâl olması, can
sıkıntısına bahanesiymiş sırf. Dışarı çıkarsa mutlu olabileceğini düşünmüş. Ayağını
dışarı atar atmaz daha, derin bir “oh”
çekecekmiş, bunca yıl eve tıkılıp(!) kalışına eseflenerek.
Hâlbuki bilememiş
zavallı, o albenili o ışıltılı dünyanın sokaklarında kendisini nelerin
beklediğini. Her şeyden habersiz, avucundan kayıp da gideceklere kayıtsız
kalacağını…
Her şey öylesine göz
alıcı ve de güzelmiş ki! Ne can sıkıntısı kalmış, ne de boş zamanı. Öyle çok
uğraşı varmış ki artık, öyle çok işi ve de bir o kadar telaşesi. Oradan oraya,
dur durak bilmeden koşar bulmuş kendisini. O etkinlikten bu etkinliğe. O
pencereden bu pencereye seyredip durmuş… Üstelik de sırf seyir değil, artık söz
sahibiymiş her konuda. Öyle ki her konuda söyleyecek bir şeyleri muhakkak
varmış onun da.
Günler geçmiş, başlara
taç olan kadın, bunca işin ve yükün ağırlığında, ayaklar altında paspas misali
ezilmeye başlamış. Kimsenin vicdanı buna “dur!” diyememiş, demezmiş. Dememiş de,
bilakis kadın dışarıda olmayı, dış dünyanın tüm bu zorluklarına katlanmayı
zaten kendisi istemişmiş!
Artık pirinç ayıklamıyormuş, zaten pirincin taşı da yokmuş. Yemek
yapmayı, evini temizlemeyi, çamaşır ütülemeyi bırakmış. Dışarıda olmadığı
zamanlarda evindeyken de yapmıyormuş artık bu angarya işleri. Elindeki cihazın
ekranında beliren “bellek dolu!” uyarısıyla kendine gelen kadın, durmadan
sisteme dolu misali yağan mesaj ve türevlerini silip süpürüp ayıklamakla çok
meşgulmüş. Akşamdan akşama uğradığı evinde öksüz misali yavruları ise çoktan
başka ellere emanetmiş. “Ev ödevime yardım et!” diyerek sızlanan yavrusuna okul
bitiminde hemen başlayan kursları göstererek “o senin işin çocuğum, benim
değil!” deyiveriyormuş, kazara rast gelirse. Hoş evde dursa da, sırf bir gölge
misaliymiş. Boş bir gölge gibi! TV kumandasını tuttuğu kadar tutmaz olmuş
yavrusunun elini. İnternete girmeye çabalayışı kadar uğraşmamış yavrusunun yüreğini
fethetmeyi, eşinin üzgün yüz ifadesini güldürmeyi…
Başını kaldırıp bir de
bakmış ki etrafına, herkes aynı yolda. “Devam” demiş kadın. “Ben de herkes
gibiyim yahut herkes de benim gibi!”
Kadınlar
dışarıları mesken tuttukça, hayâsız erkeklere riya ve rekabet ile köşe kapmaca
oynamak düşmüş. Her şeyin sûrîleştiği dünyada onlar öylece kalamazmış tabi ki
de. Taş taş üstüne koymayı beklemeden süper lüks daireleri, misliyle son model
arabaları da varmış üstelik! Pembe, kırmızı, mor… Onlar için ipek de giymek
daracık kotların üzerine, zamanın vacibi(?) pek tabii ki!
Nineler
dizlerinin dibine oturup mana yüklü birbirinden güzel hikâyeleri dinleyecek
torunlarını bulamaz olmuş. Dedeler torunlarını ellerinden tutup camiye
götürememiş ne yazık ki. Zira evlerde dede ve nine de yokmuş zaten.
Kadının
gidişiyle annesiz, erkeğin cılızlaşmasıyla babasız kalan körpe dimağlara,
tertemiz fıtratlara ebeveynlik yapmak ise yine meydanı boş bulan teknolojiye düşmüş.
Uykularına dalacakken bile o sallayıp uyutmuş kollarında. Ufacık bebeleri
rüyalarında bile yalnız bırakmayan birileri varmış muhakkak.
Önce
kadın kalbine sağamayıp çekip gitmiş, ardından erkek de çıkıp gitmiş
yüreğinden. Ne durup düşünmeye fırsatları varmış nereye gittiklerine dair, ne
de olan bitenin muhakemesini yapabilecek bir akılları. Her gün birer ok gibi
gözlerinden yüreklerine girerek saplanan yüzlerce günah yaralamış yüreklerini.
Midelerinde defnolunan sayısız şüpheli gıda, haram-helal demeden kapıcıyı
baştan çıkaran her bahşiş, zehir olup kıvrandırmış bedenlerindeki misafir
ruhlarını. Ne yüreklerine sığabilmişler onca ruh sıkıntısıyla, ne de ruhlarında
nefes alabiliyorlarmış artık… Ne de başkasına sığarlarmış bu gidişle! Yıllar
önce daracık evlerde büyüyenler, şimdiler de koskoca evlere sığamaz olmuşlar.
Yetmemiş sokaklar da sığamamışlar. Yetmemiş dünyaya da…
Ümitsizlik,
bıkkınlık, yılgınlık… Dünyaları yutarcasına, ahiretten kaçarcasına yaşanılan
hayatlarda… Vicdanlar bozulup, kalpler katılaşmış. Yetmemiş taşa dönmüş o
yürekler. Ana evladına, kardeş akranına, eş eşine, insan etrafına bi-haber
olmuş.
Nesiller değişmiş, asırlar başkalaşmış
herkesler dünyaya dalmış. Dalmayan birkaç müstesnasına ise yadırganarak kem
gözlerle bakılır olmuş.
Nimetler
çoğalmış, sofralar dolup taşmış. Lakin şükür yokmuş, çünkü gözler de gönüller
de açmış hâlâ.
Teknoloji
her şeyi kuşatıp kolaylaştırmış, zaman kazandırmış olsa da ibadete vakit yine
kalmamış.
Günahlar
çoğalmış, şeytanın müdavimleri azmış hayâ ile ar koşar adım oralardan uzaklaşıp
kaçmış.
Önce kadın gitmiş
evinden, ardından evdeki herkes. Kadın gitmiş insanlık öksüz kalmış, imanlar
kimsesiz… Kadın umursamaz olursa, kimse umursamazmış çünkü… Kadının kalbindeki
şefkat yetermiş oysa hem kendisine, hem de sevdiklerine… Çünkü ahir zamanın
çarkından çekip kurtaracak şefkatten başkası yokmuş zira…
Kim demiş masallar
gerçekleri anlatamaz diye…

Yorumlar
Yorum Gönder